Sana laf yetiştirmek için bir sene araştırıp depolamak gerekiyor .Ama yinede yeteceğini sanmam Hani nasıl sevgilidir onlar bu yakınlarda hiç beraber resminiz yok.Yoksa babalarındanmı korkuyorlar
Uzaktaki şehrimin damları üzerinden ve marmara denizinin dibinden geçip sonbahar topraklarını aşarak olgun ve ıslak geldi sesin bu üç dakikalık bi zamandı sonra,telefon simsiyah kapandı. Nazım....
En güzel deniz şiirlerinden... HÜRRİYETE DOĞRU Gün doğmadan, Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola. Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında, İçinde bir iş görmenin saadeti, Gideceksin Gideceksin ırıpların çalkantısında. Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı; Sevineceksin. Ağları silkeledikce Deniz gelecek eline pul pul; Ruhları sustuğu vakit martıların, Kayalıklardaki mezarlarında, Birden Bir kıyamettir kopacak ufuklarda. Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin; Bayramlar seyranlar mı dersin, Şenlikler cümbüşler mi? Gelin alayları, teller, duvaklar, Donanmalar mı? Heeey Ne duruyorsun be, at kendini denize: Geride bekliyenin varmış, aldırma; Görmüyor musun, Her yanda hürriyet; Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol; Git gidebildiğin yere... Orhan Veli KANIK **************************************************** YOK MU HÜRRİYETİNİ ÖZLEYEN...?
Hangi Ayrılık Hangi sevgili var ki, senin kadar duyarsız ve kalpsiz? Ve hangi sevgili var ki, benim kadar çaresiz? Hangi ayrılık var ki, böyle kanasın ve böyle acısın? Ve hangi taş yürek var ki, benim kadar ağlasın? Hangi gün karar verdin, küt diye çekip gitmeye? Hangi lafım dokundu sana, böyle inceden inceye? Hangi otobüs söyle, hangi uçak, hangi tren? Seni benden götüren, beni bir kuş gibi öttüren. Hangi kırılası eller dolanır, kırılası beline? Hangi rüzgar şarkı söyler, o ay tanrıçası teninde? Hangi çirkin gerçek uğruna, tükettin güzel ütopyamızı? Hangi boşboğazlara deşifre ettin, en mahrem sırlarımızı? Hangi cama kafa atsam? Hangi kapıyı omuzlayıp kırsam? Hangi meyhanede dellenip, hangi masaları dağıtsam? Bende bu sersem başımı, karakolun duvarına vursam. Kendimi caddeye atıp, arabaların altına savursam. Hangi tercih beni en hızlı şekilde öldürür? Hangi şekil öldürmez de, ömür boyu süründürür? Kayıp ilanı mı versem, şehir şehir dolanmak yerine? Ödül mü koysam, ölü veya diri seni bulup getirene? Hangi ayrılık var ki, böyle diş ağrısı gibi durmadan zonklasın? Hangi cam kesiği var ki, böyle musluk gibi içime damlasın? Hiç sanmam! ... Hasta kalbim bunu bir süre daha kaldıramaz! . Feriştah olsa, böyle eli kolu bağlı bekleyip duramaz. Hangi mübarek dua, Hangi evliya tesir eder, seni döndürmeye? Hangi aptal mazeret ikna eder, ateşimi söndürmeye? Olur mu be! . olur mu? Bu da benim gibi adama yapılır mı? Aşk dediğin mendil mi? Buruşturup bir kenara atılır mı? VEFA bu kadar basit mi? Alınır mı? Satılır mı? Hangi hırsız çaldı, seni yırtık cebimden? Hangi pense kopardı bizi birbirimizden? Hangi uğursuz hamal taşıdı valizini? Hangi çöpçü süpürdü yerden bütün izini? Hangi yaldızlı otel çarşaf serip barındırdı? Hangi süslü manzara seni kolayca kandırdı? Hangi şarlatan imaj böyle çabuk ilgini çekti? Hangi pembe vaadler o saf kalbini cezbetti? Dağ gibi adamı eze eze! ..... Hangi anası tipli parlak çömeze, Hangi alemlerde kahkahanı ettin meze? Hangi yamyamlara yedirdin o masum rüyamızı? Hangi mahluklar çiğnedi el değmemiş sevdamızı? Hangi bıçak keser şimdi benim biriken hıncımı? Hangi mermi dağıtır insanlara olan inancımı? Hangi bekçi, hangi polis artık zapteder beni? Ve! .. Hangi su bağışlatır? Hangi musalla temizler seni? Bu Nasıl Ayrılık? ... (Yusuf HAYALOĞLU)
Dostlarıma Türkü... Dostlar bilin ki burda Bir fakir Cahit Külebi Garaja çekilmis hurda Paslanmis kamyonlar gibi Bekler durur Ankarada. Ne kadin, ne ask, ne kumar Ne çalismak, aksamadek; Yüz vermez oldu sokaklar Bir bardak su, biraz ekmek, Yasa yasadigin kadar! Gel be dünyalik hevesim Sokul bir parça yanima! Toplasalar çikmaz sesim Bütün kizlari basima, Gelmez elimi süresim. Hasreti yeserten, ufak Ufak esen mavi rüzgâr Nerde rüyali ve uzak Bildir gezdigim tarlalar! Dul bir kadin kadar sicak! Cahit Külebi
Her Şey Sende Gizli Yerin seni çektiği kadar ağırsın Kanatların çırpındığı kadar hafif.. Kalbinin attığı kadar canlısın Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... Sevdiklerin kadar iyisin Nefret ettiklerin kadar kötü.. Ne renk olursa olsun kaşın gözün Karşındakinin gördüğüdür rengin.. Yaşadıklarını kâr sayma: Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; Ne kadar yaşarsan yaşa, Sevdiğin kadardır ömrün.. Gülebildiğin kadar mutlusun Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin Sakın bitti sanma her şeyi, Sevdiğin kadar sevileceksin. Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın Bir gün yalan söyleyeceksen eğer Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.. İşte budur hayat! İşte budur yaşamak, bunu hatırladığın kadar yaşarsın Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun Çiçek sulandığı kadar güzeldir Kuşlar ötebildiği kadar sevimli Bebek ağladığı kadar bebektir Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren, Sevdiğin kadar sevilirsin... Can Yücel
* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur, * Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur, * Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur * Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir.
Tut Ellerimden Sırat’tan incedir sevda köprüsü Beraber geçelim tut ellerimden. Niyet ak güvercin, vuslat gökyüzü Beraber uçalım tut ellerimden Gönüldeki birlik kalkandır dışa Aldırma ayaza, yele, yağışa Giden ilkbahara, gelecek kışa Beraber göçelim tut ellerimden. Birleşmek üzredir şafakla gurûp Korku beklenilmez kapıda durup İster zehir olsun, isterse şurup Beraber içelim tut ellerimden. Çağır hayallerin en ötesini Yakından duyarsın aşkın sesini Sonsuz mutluluğun penceresini Beraber açalım tut ellerimden. Hatırla kaybolan hatıraları Elmastan ışıklı, altundan sarı Zaman tortusundan işte onları Beraber seçelim tut ellerimden. Şüphe başlangıçtır, karar nihayet Zamanı zamana etme şikayet Kaçmak kurtuluştur diyorsan şayet Beraber kaçalım tut ellerimden Abdurrahim KARAKOÇ
Doğmak, ölmek isteğe bağlı değil... Ölmek, belki bazen. Bize düşen yaşamak. Koşullar ne olursa olsun yaşa"İnsanın ortak kaderi doğum, ölüm ve o aradaki zaman, yaşam... mak... Ayakta kalmak... Hadi sıyırttın sıyırttın, hayatta kalabildin zar zor... Uzun yaşamak, bir ayrıcalık. İyi, güzel... Ama ayakta kalmak, kalabilmek. Ceza! Müthiş bir ceza! İlkokuldaydım, birinci sınıfta. Hiç unutmadığım bir cezaya çarptırıldım. Karatahtann önünde, sırtım sınıfa, yüzüm karatahtaya dönük, ders bitimine kadar kıpırdamadan ayakta durmak... Utanıyorum, midem bulanıyor, ölmek istiyorum. Herkesten nefret ediyorum, herkes ölsün istiyorum. Sonra bir ara cebimdeki kabarıklığı hissediyorum: Kabak çekirdeklerim! Bir kuruşluk kabak çekirdeği almıştım, bir tane bile yemedim. Mahmut'la (benden birbuçuk yaş büyük ağabeyim; üçüncü sınıfa gidiyor) eve giderken yiyecektik. Evimiz taa tepede, Abidin Paşa Konağı'nın orada. Baharda... Bademler açmış, tepeye giden toprak yol bomboş. Ev yok pek. Apartman hele hiç yok. Göz alabildiğine tarla. Papatyalar, gelincikler. Hadi be sen de!.. Ne diye ölecekmişim... Mati'ciğimle güzelim dağ yolunda çekirdek yiyerek, konuşa gülüşe eve gitmek varken! Şimdi dönüp geriye baktığımda, hep çekirdek misali umutlar peşinde ayakta kalabildiğimi görüyorum. Öleceğimi bile bile bir çekirdek uğruna bu kadar çaba, çırpınma! Değer mi?.. Bir şey yap, Met'i anımsıyorum, sevgili Aziz Nesin'i... İçim ısınıyor yeniden. Kalk hadi diyorum, durma koş, bir şeyler yap. Yaşa... Dur diyorlar bir yandan da, koşma... Yeter dinlen artık. Koşma... Öl artık! Ama çekirdeklerim bitmedi ki daha..." Yıldız KENTER
Benim yaşlarım İnsan 5 yaşına gelmeden anlıyor; açlığın öldürdüğünü, soğuğun dondurduğunu, ateşin yaktığını... Sevgisizliğin insanın canını acıttığını... Duyguları, nesneleri, kişileri, çevresini tanıyor. Her şey ona çok büyük görünüyor: Ev, masa, anne, baba... 10'una gelmeden oyunla, sayılarla, harflerle tanışıyor. Azgın bir iştahla öğreniyor. Kız ya da erkek olduğunu fark ediyor. Dünyanın evde, okulda kendisine anlatılandan da büyük olduğunun ayırdına varıyor. *** 15'inde, tam da en çok kendini sevdireceği çağda, sivilcelenen yüzünden, değişen bedeninden utanırken aşkı keşfediyor. Dış dünya kadar iç dünyanın da büyük salonları ve kendisinin bile bilmediği odaları olduğunu, açıldıkça o odalardan devasa bahçelere çıkıldığını hissediyor, büyüleniyor. Şarkıların içinde sevdalar gezdirdiğini, şiirin her türden hasreti dindirdiğini anlıyor. Aşk acısını öğreniyor. Yine de seviyor; ille seviyor, inadına seviyor. 20'sinde putlarını yıkıyor, başkaldırıyor, kanatlanıyor. Her şey ona küçük görünüyor: Ev, masa, anne, baba... "Dünya küçükmüş; büyük olan benim" efelenmeleri başlıyor. Lakin dünya bunu bilmiyor. O yüzden 20'ler çoğu zaman hayal kırıklıklarıyla geliyor. *** 25'inde ayaklar biraz yere değiyor. Okul bitiyor, iş telaşı başlıyor. Sınıfta öğrenilenlerin akı, sokaktaki gerçeklerin karasına çarpıp grileşiyor. Yolu hızlı gelenler çabuk yorularak, sevdiğini bulanlarsa kalbinden vurularak evleniyor genelde... 5 yıl önce uzak bir ülke olan "istikbal", daha yakına geliyor. "Bir denizde yangın çıkarma" hayali erteleniyor. "Dünya zor"laşıyor. *** 30'unda muhasebeye başlıyor insan: "Dünya hâlâ beni tanımadı, üstelik galiba ben de dünyayı tam tanımıyorum" dönemi... Mevcut bilgilerin sorgu yeri... Kuşkunun beyliği... Tehlikeli yaşlar: "Bunun nesine hayran oldum ki ben" pişmanlıkları, "Hakkımı yediler" sızlanmaları, sırta saplanan hançerler, çelmeler, dost kazıkları, ağır ağır olgunlaştırıyor insanı... *** 35, yolun yarısı... Hiç okul asmadan, evden kaçmadan, bir terasta sevdiğiyle öpüşüp bir çadırda uyanmadan 20'sine gelenler için gecikmiş telafi çağları... Daha önce hiç yüz verilmemiş ana-babaların sözüne yeniden kulak kabartılan yaşlar... Olgunluğun karasuları... 40'ında eski kotlar dar gelmeye, saçlara ak düşmeye, aile büyükleri yaşlanıp ölmeye başladığında bocalıyor insan... Panik, kadınları kuaföre sürüklüyor, erkekleri araba galerilerine; ve ikisini birden yeni sevda hayallerine... Yiten gençliğe, boyalı saçlarla, içe çekilen karınlarla, renkli arabalarla çare aranıyor. *** 45'inde "istikbal" denilen o uzak ülkenin toprağına ayak basıyor insan... Hem ölüm yarınmış gibi, hem hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamasını öğreniyor. Eski dostlar, hatıralar kıymete biniyor. Didişmenin yerini sükûnet, böbürlenmenin yerini nedamet, kinin yerini merhamet alıyor. "Keşke"ler "iyi ki"lerle, hırslar hazlarla yer değiştiriyor. Bu dünyayı silkelemekten, daha iyi bir dünya için kavga vermekten vazgeçmeseniz de, öbür dünya umuduna da kulak kabartıyorsunuz, ara sıra... *** Genellenemez tabii; bunlar benim yaşlarım. Sonrasını bilmiyorum henüz; öğrendikçe yazarım.
sevil abla iyi düşünmüssün bir katılımda benden olsun istedim tabi kendim beceremeyince profosyonel yardım aldım BANA BUNU YAPMAYACAKTIN Bana bunu yapmayacaktın Öyle sırtımdan vurmayacaktın beni Gelişin gibi onurlu olmalıydı gidişin Ve öylesine gururlu bitişin Gel gör ki kötü oynadın bu oyunu Erken düştü masken yüzünden Demek ki sen içimde büyüttüğüm bir dev değil Bir hiçtin Görüyorsun işte Gittin Ve de bittin... Bana bunu yapmayacaktın Böyle bir hancerle yıkmayacaktın beni Bir ihanetin adresi olmamalıydı ayak izlerin Nasıl kirlettin o tertemiz aşkımızı? Yoksa ben mi yanlış tanıdım seni? Yoksa hep böyle kirlimiydi senin denizlerin? İşte ellerimde Suç ortağı bir sinema bileti Bir pastahane köşesi Bir tiyatro gişesi. Bu kadar ucuza gitmeyecektin Sigara dumanlarında harcamayacaktın bu aşkı Ve aşk cellatlarına meze yapmayacaktın beni Şimdi boş bir mezar bulsam Seni böylesine sevdiği için Oraya gömerdim kalbimi... Bana bunu yapmayacaktın Böyle küstürmeyecektin şiirlerimi Kan kırmızısı yağmurları yağdırmayacaktın gecelerime Kanatlarını kırmayacaktın hatıralarımın Çıldırtmayacaktın Artık adın ihaneti çağrıştırıyor bana Ve tadın bir yılanın en öldürücü zehirini Bilmiyorum, Şimdi hangi yüreğe saplıyorsun O acımasız hançerini... Unutma ki Yasaklanmış kitaplarım gibisin artık bana Bundan böyle Yaklaşmam yasak Dokunmam yasak Ve Sarılmam yasak sana.
Nefret... İçerimde bir hastalık başladı aniden. Bu öylesine amansız bir hastalık ki asalak gibi tüm duygularımı kemiriyor. Hakim olamıyorum ona, hükmedemiyorum… Hastalığım ne mi? Nefret… Nefret… Nefret… Şimdi, senin yokluğunda her şeyden nefret ediyorum. Eskiden yalnızlığımın, mutluluğumun en yakın sırdaşı olan mavi denizlerden, tatlı sert dalgalardan şimdi nefret ediyorum. Bana yalnızlığımı hatırlatıyor şimdi kıyıya ulaşan her dalga. Şu, bana her zaman romantik gelen, şiirlerimin ilham kaynağı kızıl ufuklardan, güneşin batışından nefret ediyorum. Biliyor musun? Artık, dünyadan ve şehirlerden de nefret ediyorum. Şehirleri ayıran uzun yollardan da, derin uçurumlardan da nefret ediyorum. Nefretim en çok iki şehirde yoğunlaşıyor. Birincisi ayrılığı tattığım bu şehirden, adına “ayrılıklar şehri” dediğim, gecesine şiire yattığım, gündüzüne umutla baktığım, havasını ciğerime çektiğim bu şehirden nefret ediyorum. Ve senin yaşadığın şehirden nefret ediyorum. Bana senin yokluğuna ağıtlar yaktırdığı, seni ışıltılı gecelerinde barındırdığı için nefret ediyorum o şehirden. Nefretim o denli yoğun ki... O her gece ışıl ışıl yanan sokak lambalarını teker teker kırıp karanlık katran gecelere mahkum etmek istiyorum. Karanlıklara gömülsün ki karanlıkta kalmak nasılmış anlasın istiyorum. İşte nefretim böylesine yoğun Hasret Çiçeğim. Bir gün bu nefretim beni öldürebilir. Ama ben, nefretten değil senin sevginden ölmek istiyorum. Çabuk dön, ölebilirim… Turgut ERDOĞAN
Ego EGO Son kadeh içilmiş, Son söz edilmişti. bir düşünce sardı hepsini.. Bir hatıra, Bir hırs, Bir kıskançlık, Bir yanıltı, Bir kardeşlik, Bir yanlışlık, Bir kin, Bir ümid, Bir şey.. İnsana ait. Özdemir Asaf
Görü ne iyi olurdu, herkesin, ...Ben yalan soyleyebilirim, ama sana değil.. bir sen'i olsaydı.. ne iyi şimdi herkesin bir sen'i var. yalan soylediği Özdemir Asaf
Sadece Bir Dörtlükde Benden sevgi Sevmeye Niyetliysen, Iyi Düşünmelisin Ağlamayi öğrenip, Sevmeyi Bilmelisin Aşk Bir Kumar Gibidir, Dikkat Et Arkadaş Oynadiğin Zar Değil. Duygudur Görmelisin..
işte benim ilgi alanım bir zamanlar ıssız gemide aşk rüzgarıyla uyandım gül bahçeleri açarken gönlümde koynumda hançerle uyandım ( genelde yaşadıklarımı yazarım bunuda yaşadım ilk ve son artık)