Artık Ağlamam Lazım Yalnız günlerimden biri 1997 İstanbul Hani herşeyi hisseden Hani benim yarımdın sen Yalan söyleyen de sen Kızıyorsam sevgimdendir Hep sevgimden Şimdi artık git istersen Sigaram içkim Bitkinim bitkin Kaç gündür oruçtayım Artık ağlamam lazım Kaç gündür habersizim Adaletin bu mu senin Şimdi hepten git istersen Çok mu önemliydi sanki Yalnızca bir öfkeydi öfkeydi Bırakıp gittin sen beni Merak eden bendim seni Halimi hiç sordun mu ki İşte sevgi işte sevda Yağmur gibi sokaklarda Korkuyorum bu gidişle Sev dedin sevdim işte İntikamsa aldın işte Korkuyorum bu gidişle sonum olacaksın Hadi canım hadi sende Bu nasıl sevmekmiş böyle Şimdi sensiz gecelerde Acı veren bedenimle İşte bir gece daha teslim oldu sabaha Ne kadar daha sensiz Şimdi burada yapayalnız Beni kime teslim ettin İstesem çok kısa da bulurdum seni İlk sekiz günü anlatamam Sağa dön yatamam Sola dön yatamam Aklımdan seni atamam Seni seviyorum Bu kadar konuştuğuma göre Çok şükür bugün uyku var gözlerimde istanbulu bulutlar sarıyor beni sardığı gibi İstanbul kararıyor gönlüm gibi Keşke burda olsaydın Yani şımarsaydın hatta Onbir gün alargada Ve onbirgün hiçbir olta atmadım tek bir balığa Oysa bilirsin çok severim tutmayı Tuta tuta tutulmayı öğrendim galiba Hani herşeyi hisseden Hani benim yarımdın sen Yalan söyleyen de sen Kızıyorsam sevgimdendir Hep sevgimden Şimdi artık git istersen Sigaram içkim Bitkinim bitkin Kaç gündür oruçtayım Artık ağlamam lazım Şiir: Kayahan
Ben Anadolu Çocuğuyum Ben Anadolu çocuğuyum Biraz da deli dolu Kızdı mı dünyaya yakarca bakan Sevdi mi içinde ormanlar yanan Tek tabanca, yalansız çıkmış yıllardan Yılandan korkmam yalandan korktuğum kadar Benim bu aleme aklım ermiyor Ben Anadolu çocuğuyum Benimde senin gibi, onun gibi arzularım var Tırnakları kısa Katıksız kadın, katıksız ana Gözleri güleç, yüreği insan birini istiyorum Ben Anadolu çocuğuyum Bildiğin gibi Yüzümde derin siyah çizgiler Gözümde diken ve yaban otları Yayla rüzgârları geçer içimden Dikenli tellere takılır gönlüm Kan ağlar Anlatamam, ağlayamam Ben Anadolu çocuğuyum Böyle geldim dünyaya Pişman da değilim Başakları ellerimle büyütürüm ben Başaklar eğilir, ben eğilmem Ben Anadolu çocuğuyum Yolum sevgiden geçer Kimsenin hakkını yemedim ki ben Şiir : Kayahan
Kelebeğin Şansı 18 Aralık 2004, Istanbul Yine saçlarını toplamış gidiyor güneş Deniz gidip gelip eteğini öpüyor sahillerin Uzaklardan, çok uzaklardan görmesi zor tekneler geçiyor Hayallerim iç cebimde Ağır ağır yola çıkarım ben de seninle İsmin hece hece çınlar içimde Seni her düşündüğümde Güzel şeyler gelir aklıma her nedense Süzülür uçurtmalar gibi hatıralar Uçurtmanın ipi kaçar elimden Uçurumun kenarında bulurum kendimi birden Kelebeğin şansını seyrederken Yâni kelebek istese de düşemez yükseklerden Ben, Yaşamak için sana tutunurum. En yorgun hâlimle gülümserken o anda Bir yudum su gibi içerim seni Parmak uçlarımla dokunurum mutluluğa Korkularım, mutluluğum ve uçurumun sonsuzluğunda Gidip gelip etiğini öpüyor sâhillerin deniz Uzaklardan, çok uzaklardan görmesi zor tekneler geçiyor Yine saçlarını toplamış gidiyor güneş Hayallerim iç cebimde Ağır ağır yola çıkarım ben de seninle Yine saçlarını toplamış gidiyor güneş Kayahan
Yağmur Kaçağı Elimden tut yoksa düşeceğim yoksa bir bir yıldızlar düşecek eğer şairsem beni tanırsan yağmurdan korktuğumu bilirsen gözlerim aklına gelirse elimden tut yoksa düşeceğim yağmur beni götürecek yoksa beni Geceleri bir çarpıntı duyarsan telaş telaş yağmurdan kaçıyorum sarayburnu'ndan geçiyorum akşamsa eylülse ıslanmışsam beni görsen belki anlayamazsın içlenir gizli gizli ağlarsın eğer ben yalnızsam yanılmışsam elimden tut yoksa düşeceğim yağmur beni götürecek yoksa beni Attilâ İlhan'ı
Ben ölünce, bitki olacaksam, Çayır çimen olayım, aman baldıran değil ... Yol altında kalacaksam, gelin arabaları geçsin üstümden, Çelik paletler değil .... Üstümde çocuklar koşuşsun, ne kaçan ne kovalayan, Askerler değil ... Kerpiç yapacaksanız beni, okullarda kullanın, Ceza evlerinde değil ... Soluğum tükenmez de kalırsa, ıslık öttürsünler Aman ha düdük değil .... Kalem yapın beni kalem, şiirler yazın sevgi üstüne, Ölüm kararı değil .... Ölünce yasamalıyım defne yapraklarında, sakın ola ki, Silahlarda değil. AZİZ NESİN
bir yerlerde tıkanıp kaldıgında hayat Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde, Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını, Dağlara dönmeli yüzünü insan. Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak; Yeni insanlarla 'tanışmalı, yeni keşifler yapacak.... Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, Gerçekleştirmeyi denemeli! Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir, Kendisinin bir sal olup da, O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı. Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler, Her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa, Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri; Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak önce inip Servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini; Gördüğünü hissedebilmeli! Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce, Değerli olabilmeli hayat! İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için! Başkasının yerine koyabilmeli kendini; Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli! Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli! Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı; Sevgisiz, soysuz kalarak! Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden, Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine... Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını... Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda; Öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın! Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği; Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli ! Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu Olmayı beklememeli ! Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı; Bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; Kaçırmamalı ! Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, hiç Çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin; ağlamayı bilmiyorsan, Neşesizdir kahkahaların; Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların... Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten herkesi unutmamalı! Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için... Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil, Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli! Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere... Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle tekrarlamaması için! Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak! Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak! Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi; Ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin; Zaman bulabilsin; Bir teşekkür, bir elveda için... Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer; Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten; Ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan! Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi... Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...! CAN DÜNDAR
Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun? Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek. Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun? ''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek. Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun? Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek... Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun? Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak. Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun? Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek. Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun? Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak... Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak. Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun? Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime. Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun? Nereden bileceksin? Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi... Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken... Kıskanmazdım. Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım. Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni.. Ama sen hiç benimle olmadın ki... YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN... CAN YÜCEL
Tam mavi değil... Daha çok lacivert, biraz da mora çalıyor. Garip. Tanımlamak zor. Aslında gereksiz de. İnce, tılsımlı ve sonu olmayan yollar gibi minik bedeni çizgilerle dolu. Dikkatli bakınca görebiliyorum, çizgiler kesik kesik. İlginç bir parlaklığı var. Ama bu sürekli değil. Gün içinde pırıltılı gelgitler yaşıyor. O hep orada duruyor, belki gün geliyor, gidiyor. Biliyorum o yüzden küskün ve hatta nazlı. Bir ısınan, bir soğuyan hava, uzak köy evlerinin kiremitli bacalarından tüten beyaz duman gibi, denizin üstüne serildiğinde, o hep en kıyıda oluyor. Bir yanı tuzlu, berrak, duru suda, bir yanı sarıya dönük kumda. Gidip geliyor. Sis, denizi denizden alıp sessizce, yüzüme bırakıyor. İyot soluyorum. Göz bebeklerimde dalgalar kırılıyor. Yüzümde uzayıp giden çizikler, maviye dönüyor. Uçuşan billur taneleriyle serinliyorum. Yanaklarımdan deniz akıyor. Kumda ağırlığımca iz bırakıp suyun gazoz köpüğü gibi kıpır kıpır oynaştığı yere varıyorum. Kıyıda, en kenarda, kararsız, nazlı hatta küskün deniz kabuğunu seyrediyorum. Ve yanındaki midyeyi ve yanındaki minareyi, istiridyeyi. Sessizliğe martı çığlığı düşüyor birden. İrkiliyorum. Parmak uçlarımda deniz, göz bebeklerimde bir çift kanat... Öylece kalıyorum. Sis öyle beyaz ki, koca gagalı martı, bir leke gibi asılı kalıyor boşlukta. Minik midyeyi alıyorum sudan. Zaten aralık olan iki kabuğu biraz daha ayırıyorum, avucuma deniz akıyor. Kabukları birbirinden koparmadan, sarı kuma bırakıyorum, usulca. Ve bekliyorum. Denizin mor çizgili çocuk midyesi sanki bir kelebek gibi duruyor sarı kumun üstünde. Kanatlarını açmış uçmaya hazır bir kelebek gibi... Öylece duruyor. Kıpırdamadan. Uçabilse denize gider biliyorum. Suya gider, maviye, lodosa, poyraza, derine gider... Sessizce dinlerim hikayesini. Anlarım. Çünkü ben de durup durup denize gidenlerdenim. Gün, güneş dinlemeden, yağmur, çamur düşünmeden. Gözümü kaparım, denizin mavisi çağıldar önümde. Derin maviye dalarım. Ve ben ne zaman denize gitsem, deniz sesini, iyotunu, yosununu, dalgasını, billurunu bir minik deniz kabuğuyla evime gönderir. Bana onu paylaşmak düşer. Ben bunu sevenlerdenim. Fügen Ünal Şen
GİTMEK Bugünlerde herkes gitmek istiyor. Küçük bir sahil kasabasına, bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara... Hayatından memnun olan yok. Kiminle konuşsam ayni şey... Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği. Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok. Bir kendisi. Bu yeter zaten. Her şeyi, herkesi götürdün demektir. Keşke kendini bırakıp gidebilse insan. Ama olmuyor. Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor, ani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor. Böyle gidiyor işte. Bir yanımız "kalk gidelim", öbür yanımız "otur" diyor. "Otur" diyen kazanıyor. O yan kalabalık zira. İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu.. En kötüsü alışkanlık. Alışkanlığın verdiği rahatlık, monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor. Kalıyoruz. Kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz. Evlenmeler... Bir çocuk daha doğurmalar... Borçlara girmeler... Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor. Misal, ben... Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum. Değil bu şehirden gitmek, iki sokak öteye taşınamıyorum. Alıp götürsem gelmez ki... Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında. Herkes onu, o herkesi seviyor. Hangi birimizle gitsin? "Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır; evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin. Kendi imalatımız küfeler. Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada. Ölüm var zira. Ölüme inat tutunmak lazım. İnadına kök salmak lazım. Bari ufak kaçışlar yapabilsek. Var tabii yapanlar. Ama az. Sadece kaymak tabakası. Hepimiz kaçabilsek... Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa. Gün içinde mesela... Küçücük gitmeler yapabilsek. Ne mümkün. Sabah 09.00, aksam 18.00. Sonra başka mecburiyetler. Sıkışıp kaldık. Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı. Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. Bir ömür karşılığı bir ömür yani. Ne saçma. Bahar mıdır bizi bu hale getiren? Galiba. Ben her bahar âşık olmam ama her bahar gitmek isterim. Gittiğim olmadı hiç. Ama olsun... İstemek de güzel. PAKİZE SUDA
Söz Güzelim Beni terk edişin mümkün mü İstersen bir dene de gör güzelim Benimle yaşarsın benimle ancak Yoksa sevgimle boğarım seni Yaz bir yere güzelim Yok olamaz olamaz Sensiz hayat meleğim var olamaz Kim sevecek seni kim Kim tutacak elini Kurtulamaz güzelim kurtulamaz Al ruhumu al, al gençliğimi Rabbim şahidim söz güzelim Al ruhumu al, al servetimi Rabbim şahidim söz güzelim Yaz bir yere güzelim Yok olamaz olamaz Sensiz hayat meleğim var olamaz Kim sevecek seni kim Kim değecek tenine Kan dökerim güzelim kurtulamaz Bir gün pembe kutularında mutluluğu getireceğim kapına Önce saçlarından sonra yanaklarından ve sonra alnından öpeceğim Sonra acılarını alıp çok uzak bir yerlere gideceğim Belki güneşe ereceğim Yaz bir kenara yaz bebeğim yaz bir kenara Yaz bir yere güzelim Yok olamaz olamaz Sensiz hayat meleğim var olamaz Kim sevecek seni kim kim değecek tenine And içerim güzelim kurtulamaz Sana bu söylediklerimi daha önce duyduğun yalanlarla bir tutma Belki en güzelleri değildir ama dosdoğrudur gözbebeğim Dosdoğrudur inan bana Yaz bir kenara yaz meleğim yaz bir kenara Kayahan
Keşke... Teypte eski bir Cohen şarkısı: 'Yolumu gözleyen bir kadını terk ettim / karşılaştık bir süre sonra /‘Gözlerinin feri sönmüş’ dedi bana: / ‘Aşkım, ne oldu sana? ’/Böyle gerçeği söyleyince / ben de doğru söylemeye çalıştım ona /‘Senin güzelliğine ne olduysa’ dedim, / ‘benim gözlerime de o oldu’. 8 - 10 dizeye sıkışmış hazin bir aşk hikayesi... Buruk; kırılmış oyuncaklar kadar... Ve yenik; 'keşke'li cümleler gibi... Bu sözcüğü kaç konuşmanızın başına eklemişseniz onca ıskalamışsınızdır hayatı... Dört mevsimlik bir sene olsa ömür, 'keşke', onun güzüne denk gelir. Hepten vazgeçmek için erkendir, telafi etmek için geç... Mağlubiyetin takısıdır 'keşke'... Kaçırılmış fırsatların, bastırılmış duyguların, harcanmış hayatların, boşa yaşanmış ya da hakkıyla yaşanamamış yılların, gecikmiş itirafların ağıtıdır. Çarpılıp çıkılmış bir kapıda, yazılıp yollanmamış bir mektupta, göz yumulmuş bir haksızlıkta, vakit varken öpülmemiş bir elde, dilin ucuna gelip ertelenmiş bir sözdedir. Feri sönmüş bir çift gözde ya da yitip gitmiş bir güzelliğin ardından iç çekişte... 'Yolunu gözlemeseydim', 'öyle demeseydim', 'terk edip gitmeseydim', 'en güzel yıllarımı vermeseydim' diye diye sızlanır gider. 'Keşke'nin panzehiri 'iyi ki'dir. İlki ne kadar pısırıksa, ikinci o denli yiğittir. 'Keşke', çoğunlukla bir 'ahhöla kopup gelir ciğerden... esefler, hayıflanmalar, yerinmeler sürükler peşinden... 'İyi ki' ise, muzaffer bir 'ohhöla büyür; cüretiyle övünür. 'Keşke'li cümlelerde nasıl yaşanmamışlığın, yarım kalmışlığın o ezik tuzu kuruluğu varsa, 'iyi ki'lilerde de göze alabilmişliğin, riske girebilmişliğin, tadına varabilmişliğin mağrur yaraları kanar. Okulu hiç kırmamışsınızdır, sinemada öpüşmemişsinizdir; dokundurtmamışsınızdır kendinize, bir kez olsun gemileri yakmamışsınızdır. Konuşmanız gerektiğinde susmuş, koşacağınız zaman durmuş, sarılacağınız yerde kopmuşsunuzdur. Bir insana, bir işe, bir davaya ömrünüzü adamışsınızdır. O insanın, o işin, o davanın, bunu hak etmediğini sezmenin hayal kırıklığındadır 'keşke'... 'Şimdiki aklım olsaydı' dövünmesindedir. Geriye dönüp baktığınızda, ayıplara, yasaklara, korkulara, tabulara feda edilmiş, 'Ne derler'e kurban verilmiş, son kullanma tarihi geçmiş bir yığın haz, bilinçaltından el sallar. 'Keşke'cilerin hayatı, kasvetli bir pişmanlıklar mezarlığıdır. 'İyi ki' öyle mi ya! ... Onda, yara bere içinde de olsa, yana yana, ama doyasıya yaşamış olmanın iç huzuru ve haklı gururu haykırır. 'İyi ki'lerinizi toplayın bugün ve 'keşke'lerinizden çıkartın. Fazlaysa kardasınız demektir. Aldırmayın yüreğinizdeki kramplara, mahzun hatıralara... Rüzgarlarla koştunuz ya... 'Keşke'leriniz, 'iyi ki'lerden çoksa... Telafi için elinizi çabuk tutun. Tutun ki, yolunuzu gözlerken terk ettiğinizle bir gün yeniden karşılaştığınızda siz susarken, feri sönen gözleriniz 'keşke' diye nemlenmesin... Can Dündar
“Gün ağarmadan kapanmaya başladı gözlerim. Büyük bir kavganın galip savaşçısıydım. Elimde kalan tek şey kılıcımdı. Yıllardır taşıdığım zırhım paramparça, kollarım yorgun, dizlerimde derman kalmamış, her savaşın galip savaşçısı. Gün ağarmadan kirpiklerimde son savaşın ağırlığı dans ediyordu.” Git... .....tim… Olmadığım yerlerdeyim şimdi Hep olduğum yerlerde Ağacın dalında sallanan ip Ben attım düğümünü Sanma boğulduğumdan sessizliğim Düşen yaprağın sesini dinle Git... .....tin… Olduğun yerdesin şimdi… Sessizliğin boğulduğundan senin… 20/08/2007 ,sky