hikaye köşemiz ;

Konu, 'Genel Konular' kısmında Yakamoz tarafından paylaşıldı.

  1. Aramis

    Aramis

    Mesajlar:
    1.207
    Şehir:
    Bursa
    Yok Sedat abi Bırakmaz bırakamazda biraz seyreltir daha doğrusu seyreltmek zorunda kalır:D
     
  2. SedatMert

    SedatMert Sedat

    Yaş:
    65
    Mesajlar:
    3.666
    Şehir:
    İSTANBUL
    En İyi Avı:
    O balığın hala peşindeyim.
    Bora kardeşim, o evlendikten sonra yılda 3 kez balığa gitsin bıyıklarımı keserim:D :D
     
  3. egeli

    egeli

    Mesajlar:
    73
    Şehir:
    balıkesir
    Favori Kamış:
    olta.zıpkın
    En İyi Avı:
    sabırla bekliyor
    Amerikan Akli

    Amerikalı zengin bir iş adamı iş seyahati sırasında küçük bir Meksika köyüne uğrar. Limanda gezerken ağzına kadar balık dolu küçük bir teknenin içinde oturan bir balıkçı dikkatini çeker.'Merhaba bu balıkları yakalamak ne kadar zamanını aldı? Balıkçı tümünü bir iki saatte yakaladığını söyledi. İşadamı niye daha fazla kalıp daha çok yakalamadığını sorar Balıkçı 'Geç vakit yatarım,sabah biraz balık yakalarım.Sonra çocuklarımla oynarım,öğleyin karımla biraz öğle uykusu yaparım.Akşamları,amigolarla beraber gitar çalar beraber eğleniriz.Dolu ve meşgul bir yaşantım var efendim. Amerikalı gerinerek 'Benin harvard tan mastırım var sana yardım edebilirim. Balık tutmak için daha çok zaman ayırmalı ve daha büyük bir tekne ile çalışmalısın:Bu tekneden elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alırsın,kısa sürede bir balıkçı filosu kurarsın.Böylelikle yakaladığın balıkları aracılara değil direk işletme tesislerine satarsın.Hatta kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin.Tabii bunları yapabilmek için küçük köyünü terk edip MEXSİCOCİTY'ye taşınmalı,daha sonraLOS ANGELSe ve en sonunda holdingini genişletebileceğin NEW YORKayerleşirsin. Balıkçı sorar ''peki bayım bu anlattıklarınız ne kadar zaman alır? Amerikalı 15-20 yıl kadar ''peki bundan sonra efendim? Amerikalı güler ''Zamanı geldiğinde şirketi halka açarsın ve şirketinin hisselerini iyi paraya satarsın! kısa sürede milyoner olursun.MEKSİKALI ''eee sonra bayım? AMERİKALI ''Ondan sonra emekli olursun.Geç vakitlerde yatabileceğin küçük bir balıkçı köyüne yerleşirsinŞistersen zevk için biraz balık tutarsın, çocuklarınla oynuyacak karınla öğle uykusuna yatacak zamanın olur. Akşamları arkadaşlarınla gitar çalıp şarkılar söylersin.Nasıl mükemmel değilmi? Çokk güzelde bayım der Meksikalı Şu an ben başka ne yapıyorumki!!
     
  4. tarcan

    tarcan ...

    Mesajlar:
    6.700
    Şehir:
    Hatay
    Favori Kamış:
    .
    Favori Makine:
    .
    En İyi Avı:
    Kefal 325 gram
  5. gülbaharlar

    gülbaharlar gulbaharlar

    Yaş:
    52
    Mesajlar:
    4.214
    Şehir:
    manisa
    Favori Kamış:
    el oltası, kamış
    En İyi Avı:
    13 kilo aynalı sazan
    münir abi ellerine sağlık güzel ve anlamlı bir hikaye
     
  6. solakali79

    solakali79

    Yaş:
    44
    Mesajlar:
    441
    Şehir:
    Denizli
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    Sazan 2KG
    Güzel hikaye teşekkürler.
     
  7. eozsoyeri

    eozsoyeri Erdem Özsoyeri

    Mesajlar:
    1.976
    Şehir:
    İstanbul
    Paylaşım için teşekkürler,gerçekten güzel..
     
  8. gtatas

    gtatas Gürcan Tataş

    Yaş:
    48
    Mesajlar:
    980
    Şehir:
    İzmir Özdere
    Favori Kamış:
    en ucuzu
    Favori Makine:
    en ucuzu
    En İyi Avı:
    Levrek 2.200 gr
    Gerçekten çok güzel bir hatırlatmada bulundunuz.Paylaşım için teşekkürler.
     
  9. balli

    balli m.nuri akkaya

    Yaş:
    58
    Mesajlar:
    9.049
    Şehir:
    erzurum
    Favori Kamış:
    D.A.M Telespin 3 mt. 10/30gr.
    Favori Makine:
    Shimano Hyperloop 4000 RB
    En İyi Avı:
    11,7 Kg. Aynalı sazan
    Sanırım, bu teşekkür Tarkan'a. ;) (Gürcan, Sen o zaman üye değildin ve aradan yıl geçmiş abicim:D )

    Merak ettim, eklenmiş mi? :confused: (sorum sana gürcan:p )
     
  10. gtatas

    gtatas Gürcan Tataş

    Yaş:
    48
    Mesajlar:
    980
    Şehir:
    İzmir Özdere
    Favori Kamış:
    en ucuzu
    Favori Makine:
    en ucuzu
    En İyi Avı:
    Levrek 2.200 gr
    Nuri abi nerdesin pm attım acil cevap?:confused:
     
  11. Yakamoz

    Yakamoz MUSTAFA

    Mesajlar:
    880
    Şehir:
    İSTANBUL==TRABZON
    Favori Kamış:
    LINEAEFFE OYSTER CAST KAMIŞ 3.90
    Favori Makine:
    OKUMA TRAVERTINE TR55 MAKİNE
    En İyi Avı:
    DOSTLARIM
    Yüzme Bilirmisin

    İyi akşamlar
    İnsanların dış görünüşüne yaptığı işe konuşmasına göre değer vermenin ve kendini diğer insanlardan üstün görüp onları aşağılamanın ne anlama geldiğini içeren bu kısa ama bir okadarda anlamlı ve güzel hikayeyi siz dostlarla paylaşmak istedim umarım beğenirsiniz sağlıcakla kalın

    Ufak bir hikaye
    Bir dilbilgisi alimi gemiye binmişti.Sefer sırasında ilmine mağrur bir şekilde gemici ile sohbete koyuldu.Gemiciye zaman zaman muhtelif sualler sordu ve muhatabından <<bilmem>> cevabını alınca da ona karşı ilmiyle iftihar etmek üzere:

    "-Yazık!Ceehaletin sebebiyle ömrünün yarısını heba ve ziyan etmişsin."diyerek onunla alay etti.

    Temiz kalbli gemicinin ,bu küçük düşürücü davranışa gönlü kırıldı ise de,olgunluk gösterip adama cevap vermedi,sustu.Derken şiddetli bir fırtına çıktı ve gemiyi müthiş bir girdabın içine sürükledi.Herkesi büyük bir telaşın kapladığı o hengamede gemici adama döndü ve:

    "-Ey üstad,yüzme bilir misin?diye sordu.

    Dilbilgisi alimi,solmuş sararmış bir vaziyette titrek bir sesle kekeleyerek:-

    "-Hayır bilmem!"dedi.

    Bunun üzerine gemici, mahzun bir eda ile şu mukabelede bulundu:

    "-Bey bilmediğim için benim yarı ömrüm mahvolmuştu,öyleyse şimdi senin bütün ömrün mahvoldu..Zira gemimizin bu girdaptan kurtulma imkanı yoktur.Bu deryada dilbilgisinden ziyade yüzme ilminin daha faydalı ve zaruri olduğunu bilmiyor muydun?..."

     
  12. Yakamoz

    Yakamoz MUSTAFA

    Mesajlar:
    880
    Şehir:
    İSTANBUL==TRABZON
    Favori Kamış:
    LINEAEFFE OYSTER CAST KAMIŞ 3.90
    Favori Makine:
    OKUMA TRAVERTINE TR55 MAKİNE
    En İyi Avı:
    DOSTLARIM
    Geç Olmadan


    Çok hoşuma giden bu yazıyı siz dostlarla paylaşmak istedim

    İnsanız ve sık sık hatalar yapıyoruz. Bazen küçük hatalar, bazen de büyük hatalar... Ama bence en büyük hatalarımız arasında geç kalmış pişmanlıklarımız var. İstediğimiz bir şeyi yapmayı sırf tembelliğimizden veya korkumuzdan erteliyoruz önce, yapmayı ister hale geldiğimizde ise çok geç oluyor.

    Sevdiğimize sevdiğimizi söyleyemiyoruz. Bazen reddedilme korkusuna yenik düşerek. Bazen de romantik sanmasınlar diye söylemiyoruz. Ya da çok söylersek şımarır sanıyoruz. Ya da “Niye hep ben söylemeliyim, o söylesin!” diyerek sıyrılıyoruz.

    Bazen de anlamsız bir gurura kapılıp kendi zindanımızda, kendimizden bile saklayarak sevdiğimizi kimselere söyleyemiyoruz. Sevdiğimiz kız bir başkasıyla evlenirken bize de annemizin beğendiği akraba kızıyla evlenmek düşüyor.


    Şımarmasınlar diye çocuklarını uzaktan sevenler var. Ekmeği gözüyle seçemeyenler, çocuklarını uzaktan, gözleriyle sevdiklerini iddia ededursunlar… Çocuklar büyüdüğünde, alamadıkları anne-baba sevgisini, bir ömür boyu başkalarından almak için oradan oraya savruluyorlar.
    Sevmek söylemektir, dokunmaktır, sarılmaktır. Anne-baba olmak, sadece fiziksel ihtiyaçların giderilmesi ve güvende olmayı sağlamakla bitmez! Sevgi bir köprüdür ve aileyi birbirine bağlayan en kuvvetli bağdır.
    Meşru alanda sevdiğimiz insanlara sevdiğimizi göstermenin yollarını bulmak zorundayız. Sevgisiz geçen bir ömür yarım kalmış bir ömürdür. Sevdiğini söyleyemeyen insan, yarım kalmış bir insandır.
    Hamurumuzun sevgiyle yoğrulmuş olmasına rağmen, sevgiyi söylemekteki bu beceriksizliğimizin nedenlerine baktığımızda, bu duygu bize gerçekten önemliymiş gibi gelmiyor. Oysa insanın en çok ihtiyacı olan şey bir başkası tarafından sevilmektir.

    Birisi sizi sevdiğinde artık herkes değilsinizdir. Birinin sizi sevmesi, sizi var olduğunuzdan daha değerli yapar, seçilmiş ve sevilmişsinizdir. Sıradan bir insan olmaktan, özel bir insan olmaya terfi edersiniz.
    Araya statüler, beklentiler ve önceki hayal kırıkları girince, insanlar sevdiklerini de söylemekten korkmaya başlıyorlar. Sevmek, büyük bir sorumluluğu almak gibi geliyor. Bir insana feda olmak, diğer tüm alternatifleri unutmak... Hayatını ve her şeyini bir insana feda etmek… Bunun korkutuculuğu, sevginin içerlerde yaşanmasına neden oluyor. Elini açık etmemiş olmanın güvenli suları içinde, daha rahat salınımlara izin çıkıyor böylece...

    Hissedilmiş, ama söylenememiş, içlere atılmış, üstüne sünger çekilmiş her duygu, gün gelip intikamını alıyor gizlice. İnsan en değerli deneyimleri acı çekerek kazanır. Çekilen acılar sonunda yola gelen insan, bu seferde kaybettiklerinin pişmanlığına yakalanır. Kaybetmeden bir şeyin değerinin tam olarak anlaşılamaması, sevgi konusunda da geçerliliğini koruyor. Kaybettiğimizde anlıyoruz yanımızdakinin, elimizin altındakinin kıymetini.


    Ne çok öykü vardır buna benzer dünyada… Hepsi de aynı hakikatle biter… Ama nedense insan anlamamak için direnir ölesiye… Kendi hikayesinin başkaca sonlanacağını umarak... Oysa girdiler aynı olduğu sürece, çıktılar asla değişmez. Ertelenen, söylenmeyen sevgiler oldukça pişmanlıklar da olacaktır.

    Bugünde varız, bugüne hükmümüz geçiyor. Yarınımızı da bugünkü seçimlerimiz belirliyor. Yarın çok geç olmadan, kalp dağılmadan, ömür azalmadan bütün meşru sevgilerimizi sunmanın tam zamanı. Yol uzun, ömür kısa, pişmanlık acı; sevmek, sevilmek ve sevdiğini söyleyebilmek güzel. Severek ve sevgiyle davranabilmek güzel vesselam…
    Alıntı....

     
  13. Yakamoz

    Yakamoz MUSTAFA

    Mesajlar:
    880
    Şehir:
    İSTANBUL==TRABZON
    Favori Kamış:
    LINEAEFFE OYSTER CAST KAMIŞ 3.90
    Favori Makine:
    OKUMA TRAVERTINE TR55 MAKİNE
    En İyi Avı:
    DOSTLARIM
    Arkadaşlar okuduğum yazı çok hoşuma gitti siz dostlarla paylaşmak istedim
    Umarım sizlerde beğenirsiniz


    Paylaşın Sevginizi
    Son zamanlarda nereye gitseniz, kimin gözlerinin içine baksanız derin bir mutsuzluk ya da bıkkınlık ifadesi göreceksiniz. Mutsuz olmak için o kadar çok sebep var ki, mutluluk dünyayı terk etmiş, bambaşka bir gezegene göç etmiş zannedersiniz. Deprem korkusu, ekonomik kriz, işsizlik, savaşlar, terör eylemleri ve daha birçok sebep yüzünden yaşamaktan bıkan, yaşamayı sevmeyen bir toplum haline geldik. Hiç kimseyi, hiçbir şeyi, hatta kendimizi bile sevmiyoruz artık, çünkü sevmeyi bilmiyoruz.



    Sevgi emek isteyen, çaba isteyen bir duygudur. Oysa biz kendi sorunlarımıza o kadar gömülmüşüz ki öfke, nefret, kızgınlık gibi kolayca ifade edebildiğimiz duygular varken, çaba isteyen bir duygudan devamlı kaçıyoruz.



    Bizler sevmeyi, sevsek de ifade etmeyi bilmiyoruz, buna rağmen sevgisizlikten, sevilmemekten şikayet etmeye devam ediyoruz. Ama bilmediğimiz bir duyguyu nasıl bulabilir, nasıl başkalarından bekleyebiliriz ki?



    Elbette ki sevgi karşılık bulduğu zaman büyür, çoğalır. Ama karşılık alamasak bile, bize verdiği mutluluk, dudaklarımıza getirdiği tebessüm yetmez mi? Hem sevginin tek bir çeşidi yoktur. Sadece karşılık alabileceğimiz sevgiler aramak büyük bir hata olur. İnsan bir çiçeği, bir hayvanı, hatta cansız bir varlığı da sevebilir.


    İnsan ilişkilerinde ise sevginize karşılık bulabilmenizin ilk koşulu, önce sevginizi ifade etmeyi bilmek ve bunu başarabilmektir. Gerisi kendiliğinden gelecektir. Eğer seviyorsanız ve karşılığında seviliyorsanız, mutlu olmak için başka hiçbir şeye ihtiyaç duymamalısınız.



    Biraz daha mutlu bir insan olmak istiyorsanız, sevmek için geç kalmış sayılmazsınız. İşe en kolayından başlayın. Baharda açan çiçekleri görmek için etrafınıza bakmanız yeterli. Daha sonra çok az bir çaba sarf edeceğiniz adım atın. Mesela pencerenizin önündeki serçeye biraz ekmek verebilirsiniz. Sonra bir gün bir bakmışsınız ki deniz kenarına gidip martıları besliyorsunuz ya da sadece sizin olacak bir evcil hayvan almışsınız. İçinizdeki sevgi yavaş yavaş büyüyüp taşar hale geldiğinde, komşularınıza veya her gün ekmek aldığınız bakkala karşı daha sevecen olabilir, en azından her sabah hatırlarını sorabilirsiniz. Bu halkalar birleştikçe içinizdeki sevgi kırıntıları çoğalacak; çok daha fazla sevecek, sevilecek, çok daha mutlu bir insan olacaksınız. Yeter ki sevmeyi ve sevginizi paylaşmayı bilin.
     
  14. utatuka

    utatuka Utku A.

    Yaş:
    54
    Mesajlar:
    123
    Şehir:
    Bodrum
    Favori Kamış:
    kamışım kırık
    En İyi Avı:
    istavrit... 15 gram
    Ezgi'den Masallar Falan Filan...

    öykü yazmayı beceremediğim için kendime torpil yaptım ve kızımın öyküsünü buraya koydum!

    Ezgi'den Masallar Falan Filan...

    [​IMG]
    Ezgi Ataylan (11 yaş) - Büyükada

    BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

    Bir varmış bir yokmuş, sonra iki varmış bir yokmuş, üç varmış olunca dört yokmuş olur, falan filan falan filan, beş varmış olunca dört yokmuş bir varmışa çıkmış, iki varmış ve bir varmış olamayacağına göre bir yokmuş olur, önceden dört yokmuş bir varmışa çıktığı için bu yararına olmuş, ama bunu kıskanan üç yokmuş gidip beş varmışa "sen bana üç varmışını ver ben de sana masalı anlatayım" demiş, sonra beş varmış kabul etmiş o da masalı anlatmış, sonra üç yokmuş şimdiki adıyla bir varmış, bir varmışa hava atmak için yanına gitmiş, bir varmış onu görünce âşık olmuş, ama beş varmış şimdiki adıyla iki varmış, bir varmış ona yanlış masal anlattığı için onu hapse attırmış ve üç varmışını geri almış, ama bir varmış hâlâ ona âşık olduğu için onunla beraber hapse girmiş ve böylece hapiste onlar ve diğer herkes mutlu yaşamış...


    ROMEO & JULİET & MÜRÜVVET

    [​IMG]

    Bir gün Romeo pazara giderken 48. sevgilisiyle karşılaşır. Eski sevgilisi ona sorar:

    – Sevgilin var mı?
    – Hayır.
    – Sana birisini ayarliyim mi?
    – Gerek yok gazeteden araştırıyorum.
    – Tamam görüşürüz.

    Pazarda canı sıkılan Romeo anneannesinin çiftliğine gider. Yarım saat orada çay ve sigara molası verdikten sonra evine geri döner. Evinde televizyonun başında uyuya kalır. Sabah uyandığında televizyon açıktır. Televizyonda satılık ve kiralık sevgili ilanını görmüş ve hemen bir e-posta atmış. İki gün sonra 90-61-90 ölçülerinde 1.75 boyunda sarışın mavi gözlü bir kız gelmiş. Romeo kızın adını sormuş, adı Juliet’miş. Hemen Juliet’i alıp çayıra çimene götürmüş. Orda onu ne kadar çok sevdiğini, ona âşık olduğunu söylemiş. Juliet onun ne kadar romantik olduğunu kontrol etmek için bir test yapmış. Romeo bu testi kolaylıkla geçmiş. 2 yıl sonra evlenmişler.

    Tam evlendikleri gün kuş gribi ortaya çıkmış. Romeo da o gün büyük bir tavuk almış, ama kuş gribinden haberi yokmuş. Juliet vejetaryen olduğu için bütün tavuğu Romeo yemiş. Juliet ise sadece 2 kilo salata ve ton balığı yemiş. Akşam güzel sıcacık yorganlarına sarılıp uyumuşlar. Sabah Juliet Romeo’dan önce uyanmış, sofrayı hazırlamış, ama Romeo hâlâ kalkmamış. 5 yıl geçmiş ama Romeo kalkmamış. Juliet endişelenmeye başlamış, onu bir doktora götürmüş, doktor onun kuş gribinden öldüğünü söylemiş.

    Juliet çok üzülmüştü. 6 ay boyunca dayandı bu acıya, ama daha sonra bıktı ve kendini bıçaklamayı düşündü. Tam bıçağı karnının 5 cm 2 mm üstüne sokarken "Duuur!" diye bir ses duydu. Bu Juliet’in 3. kuzeninin 2. oğlunun 6. kardeşinin babasının dayısının oğlunun karısının yengesinin kız kardeşiydi. "Ben bir medyacıyım ve bıçaklanan kadınların bıçaklanma sayısını çok zor sayıyorum, bunun için kendini iki kere bıçaklar mısın?" diye sordu. Juliet üzüntülü bir halde başını evet dercesine salladı ve ağlayarak kendini iki kez bıçakladı. Sonunda acı çekerek öldü. SON

    öykülerin devamı şurada...
    http://ezgidenmasallar.blogspot.com/
     
  15. sansarnemrut

    sansarnemrut kaan

    Yaş:
    35
    Mesajlar:
    171
    Şehir:
    muğla
    En İyi Avı:
    Çok yakında..
    Herkese merhaba. Aslında burada paylaşacağım konu bir hikaye mi tam olarak bilemiyorum ama yine de en uygun nokta galiba burası.. Geçen hafta bir arkadaşımın canlı alabalık restoranına gittik. Yedik içtik eğlendik dönüş vakti geldi. Giderken birkaç tane eve götürmek için alabalık alalım dedik. Usta güzelce havuzdan tuttu. Başladı temizlemeye balığın içini temizledi. Sonrada videodaki kalbi gösterdi. Balık yeni ölmüştü ve kalbi atmaya devam ediyordu. Gözlerime inanamadım. Çok şaşırtıcıydı. Balık aslında ölmüştü ama yinede ölmemiş gibiydi. Sizlerle de paylaşmak istedim. Sağlıcakla kalın..

     
  16. balikcitayfun

    balikcitayfun Tayfun Göktaş

    Yaş:
    33
    Mesajlar:
    55
    Cehalet, bilgi karşısında her zaman daha güçlüdür. Çünkü cehalet kabadır. Bilgi, nazik.

    Kötülük, iyilik karşısında daha güçlüdür.

    Kötülük, kaçınılmaz olarak gücü içerir.

    Gücü içermediği takdirde kötülük, aciz bir fesatlıktan başka bir şey değildir.

    Sonuç olarak; kötü insan, iyi insandan daha güçlüdür. Uygarlık tarihi bunun örnekleriyle doludur.

    Cahil insanın sesi, bilge insandan daha çok ve daha yüksek çıkar. Cahilin sözü bilgeninkinden daha çok duyulur.

    Cahil insan, bilge insana hakim olduğunda felaket ve adaletsizlik kaçınılmaz olur.

    Ama Kötülük ve iyiliğin, cahillik ve bilgeliğin, karanlık ve aydınlığın, siyah ve beyazın mücadelesi her zaman devam eder.

    Hayat akarken, iyilik ve kötülük hikayesi hep olacak. İyi mi – kötü mü olacağımıza,bilgeliğin mi – cahilliğin mi peşinden gideceğimize karar vermek ise bizim seçimimiz.
     
  17. balikcitayfun

    balikcitayfun Tayfun Göktaş

    Yaş:
    33
    Mesajlar:
    55
    AKREP

    Hintli bir adam suda bata çıka ilerlemeye çalışırken yanına bir akrep gelir. Onu kurtarmaya karar verir ve parmağını akrebe uzatır ama akrep onu sokar. Hintli tekrar akrebi sudan kurtarmaya çalışır ama akrep onu tekrar sokar.

    Yakınlarındaki başka biri ona, sürekli onu sokmaya çalışan akrebi kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmesini söyler. Ama Hintli adam şöyle der:

    Sokmak akrebin doğasında vardır. Benim doğamda ise sevmek var. Neden sokmak akrebin doğasında var diye kendi doğamda olan sevmekten vazgeçeyim?
     
  18. avcıdemir

    avcıdemir Demir

    Yaş:
    34
    Mesajlar:
    24
    BAŞARI
    Başarı deyince aklımıza farklı şeyler gelir. Toplumun gözünde başarı; iyi bir maddi gelir getiren kariyer, büyük bir ev, lüks bir arabadır. Aslında bunlar başarılı olmanın tanımı olamaz. Ralph Waldo Emerson 'in başarıyı şöyle tanımlamıştır:

    BAŞARI ;

    Sık sık gülmek ve çok sevmektir

    Akıllı insanların ve çocukların sevgisini kazanmaktır;

    Dürüst eleştirmenlerin onayını almak;

    Sahte dostların arkadan vurmalarına dayanmaktır.

    Güzeli sevmektir;

    Herkesin en iyi yanlarını bulmaktır.

    Karşılık beklemeyi hiç düşünmeden kendiliğinden vermektir.

    Geride ister sağlıklı bir çocuk, ister kurtarılmış bir ruh, ister bir parça yeşil bahçe,

    ister iyileştirilen bir sosyal durum bırakarak dünyanın iyileşmesine katkıda bulunmaktır.

    Gönlünce eğlenmek ve gülmek,

    Kendinden geçerek şarkı söylemektir.

    Tek bir kişi bile olsa, birinin sizin varlığınızdan ötürü daha rahat nefes aldığını bilmektir.

    İşte tüm bunlar başarılı olmaktır.
     
  19. canergkts

    canergkts Caner

    Yaş:
    33
    Mesajlar:
    37
    Bir varmış bir yokmuş ,uzak ülkelerin birinde, dağların doruklarında güzeller güzeli Dağ Fulyası yaşarmış. Baharın ilk belirtileriyle uzun kar uykusundan uyanır, güneş sıcaklığını iyice hissettirmeye başladığı günlerde tomurcuklanır, yaz boyunca da çiçekleriyle çevresine binbir renkler saçar, kokusu ile, güzelliği ile, güzelliğinden çok o mahçup saf duruşu ile herkesi kendine hayran bırakırmış.

    Doğa ananın da en sevgili yavrusu, herşeylerden sakınıp gözettiği en nadide çiçeği imiş bu Dağ Fulyası. En yakın arkadaşı Nergis’le sıcak yaz günleri boyunca gülüşürler, oynaşırlar, bütün doğayı neşeyle donatırlarmış. Fulyacık Nergis’ini çok sever bir dediğini iki etmezmiş. Elinden gelse tüm dünyasını Nergis’le paylaşmak istermiş.

    Nergis’te çok güzelmiş ama Fulya’nın saflığına karşı son derece kurnaz, işveli, cilveli, bir kızmış. Fulya’yı çok sever, onunla arkadaşlığını sürdürmek için kendini ona benzetmeye çalışır, ama içten içe de Fulya’nın herkes tarafından sevilmesine tahammül edemez, herkes kendini daha çok sevsin istermiş.

    Fulya’nın tüm çiçekleri sabırla dinleyip, hepsine yardım etmek istemesine, herkese çözüm getirmeye çalışmasına hayret edermiş. Çünkü, Nergis çiçek için doğadaki en önemli şey kendisiymiş, kendi duyguları kendi düşünceleri , herkesin, herşeyin üstünde imiş. Fakat Fulya’ya özel bir değer verir, onun hayranı olduğu saflığını korumak için olası tüm kötülüklerden sakınmak istermiş.

    Fulya ise hep tebessümle karşılarmış Nergis’i zira, Doğa annesinin de aynı koruyucu kollayıcı davranışlarına alışık olduğu için Nergis’e ayrıca çok güvenir, inanırmış. Bu arada aşağılarda , dağların, vadilerin ötesindeki ovalarda ise Bahar Rüzgârı yaşarmış…

    Bu rüzgârın en sevdiği iş, ovanın tüm çiçeklerine gezip gördüğü yerleri anlatarak onlara yeni heyecanlar, yeni ufuklar göstermek ve onların hayranlığını, sevgisini kazanmakmış. Birbirinden değişik ilginç öykülerle çiçeklerin gönlünü çelip en masum görüntüsünü takınır en hoş sesiyle onlara birbirinden güzel şarkılar söyler, eğlendirirmiş. Çiçekler kendilerinden geçip, hayranlıkla onu dinlerken, o fark ettirmeden çiçek tozlarını alıp koynunda gizlediği kutusuna atarmış.

    Bahar Rüzgârı, bu çiçek tozlarını karıştırıp bir gün kendine en güzel kokulu, en güzel renkli çiçeğini oluşturacağını hayal eder yüreği bu hoş beklentiyle çarparmış. Fakat aldığı her çiçek tozundan sonra yine bir eksiklik hissedip daha güzel, daha ışıltılı, binbir renkli, çok daha güzel kokulu çiçekler aramaya çıkarmış.

    Rüzgâr, bir gün yine bu amaçla ovadan ayrılıp vadiye doğru yola çıkmış. Vadiye geldiğinde birden çok farklı bir çiçek kokusu hissetmiş, etrafına bakınmış ama görememiş.Çünkü koku yukarılardan geliyormuş. Başını kaldırıp dağa doğru bakmış. Tepelere yaklaştıkça kokular daha da yoğunlaşırken içlerinden ayırt edici bir koku tatlı tatlı başını döndürüyor, onu daha yukarılara çekiyormuş. Sonunda onu görmüş. İlk önce heyecandan yanına yaklaşamayıp uzaktan seyre dalmış.

    Fulya çiçek olacaklardan habersiz pervasızca çevresindeki arkadaşlarıyla şakalaşıyor, çocuklar gibi neşeli kahkahalar atıyor, gülerken gözlerinin içi gülüyormuş. Rüzgâr nasıl olup da bugüne kadar çevresine eşsiz ışıltılar saçan bu çiçeğin varlığından habersiz yaşadığına hayret etmiş. Hemen harekete geçmeye karar verip hafif hafif Fulya’nın etrafında esmeye başlamış. Bir yandan da bildiği en güzel şarkıları söylüyormuş. Fulya bu beklenmedik hoş esintiyi heyecanla karşılamış, kendine yeni ve çok farklı bir arkadaş edineceğini hissetmiş. Çünkü arkadaşı Dağ Rüzgârının keskin esintisine karşı Bahar Rüzgârı tatlı bir meltem edasıyla yapraklarını okşuyor, yıpratmadan dinlendiriyormuş. Güzeller güzeli çiçek, rüzgârın coşkulu, tutkulu heyecanlı sesini büyük bir hoşnutlukla dinlemeye koyulmuş…

    Rüzgar, Fulya’ya ovadaki güzellikleri, gezip gördüğü yerlerde duyup işittiği ve yaşadığı ilginç hikayelerini anlatırken onun da başını döndürüp çiçek tozlarını alacağı anı hayal ediyor ve yüreği bu anın heyecanı ile deli gibi çarpıyormuş. Fakat kendindeki bu yeni duygulara kendide şaşırıyor, Fulya çiçeğin tüm dünyasını merak ediyor, daha yakından tanımak için çırpınıyormuş. Bu nedenle çiçek tozlarını almak için biraz daha sabredip Fulya ile arkadaş olmaya karar vermiş.

    Rüzgâr, Fulya çiçeğin dünyasına girdikçe hayranlığı daha da büyümüş, onunla konuşmak, onun fikirlerini duymak, kendini dinlerken hüzünlü hikayelerde hemen buğulanıveren gözlerine dalıp gitmek, neşeli hikayelerde kahkahalarına karşılık vermek Rüzgarda tutkuya dönüşmüş.

    Fulya’nın kokusu renklerindeki saflık, konuşmalarında kendini hissettiren bilgeliğini, çocuksu ifade tarzı, hele sesindeki o içine işleyen ince tını bugüne kadar hiçbir çiçekte rastlayamadığı özelliklermiş. Fulya ise dinlediği o harika hikayelerle, kendini dünyanın her yerine götürdüğüne inandığı bu yeni arkadaşı yüzünden tüm arkadaşlarını ihmal etmeye başlamış. Zamanını hep Rüzgarla beraber geçirmek istiyormuş. Zira Rüzgâr öyle güzel konuşuyor ve o kadar çok şey biliyormuş ki, Fulya’nın dünyası yepyeni renklerle bezeniyormuş.

    Günler geceler boyu birlikte konuşmuşlar, gülmüşler, ağlamışlar. Bahar Rüzgârı Fulya’nın bütün güvenini kazanmış. Fulya bu arada Nergis’i ihmal etmemeye çalışıyor onada rüzgâr’ın anlattıklarını anlatıyor ve ikisini tanıştırırsa birlikte harika bir dünya kuracaklarını çok eğleneceklerini söylüyormuş. Nergis, Fulya’yı ilk kez bu kadar heyecanlı görüyor ve onu bu kadar etkileyen birini çok merak ediyormuş.

    Rüzgâr ise çiçek tozlarını aldığı takdirde Fulya’nın arkadaşlığını kaybedeceğini bildiğinden bu çok istediği, beklediği anı sürekli erteliyormuş. Fakat aklında da yaratacağı o muhteşem çiçek olduğundan dağdaki diğer çiçeklerle arkadaşlık kurup, onlarada aynı hikayeleri, aynı şarkıları anlatarak başlarını döndürüyor ve çiçek tozlarını alıp saklıyormuş. Bir gün Fulya, Rüzgâr’ın tüm yaptıklarını görmüş. Fakat çiçek tozlarını saklamasını anlayamamış. Zira çiçek tozları, çiçekler için hayati önem taşıyormuş.

    Tüm çiçek arkadaşlarının ertesi baharlarda yeniden canlanıp gün ışığına kavuşmaları için bu tozların yeniden toprağa düşmesi gerekiyormuş. Oysa rüzgâr onları kendine saklayarak çiçeklerin ömürlerini sona erdiriyormuş. Fulya çok üzülmüş, onun derin düşünceli hali Doğa annesini de endişelendirmiş. Bu arada Fulya, istemeyerek Bahar Rüzgârı’nı Nergis’lede tanıştırmış. Ama Nergis’in çok akıllı olduğunu ve Rüzgâr’ın büyüsüne kapılmayacağını düşünüyormuş. Oysa Rüzgâr, Nergis’in ışıltılı renklerini öyle bir övgülerle anlatmaya başlamış ki.. Hele Rüzgâr’ın şarkılarında ki, o heyecanlı sesi duyunca Nergis de tüm diğer çiçekler gibi büyülenmiş ve çiçek tozlarının gitttiğinin farkına bile varmamış.

    Fulya büyük bir korku ve üzüntü ile olanları izliyormuş. Hemen evine dönüp Rüzgâr’a, evinin tüm kapı ve pencerelerini sıkı sıkıya kapatmış. Rüzgâr, Fulya’nın olanları gördüğünden habersiz, kendinden emin bir şekilde büyük bir kibir ve iki yüzlülükle Fulya’nın evinin önüne gelmiş. Her zamanki gibi Ona ne eşsiz bir çiçek olduğunu, kokusuyla onu büyülediğini, çok uzaklardan bu koku ile kendisini çekip getirdiğini en etkileyici sesi ile söylemeye başlamış.

    Fulya çok büyük üzüntüler içinde perdenin arkasından sessizce Rüzgâr’ın anlattıklarını dinliyormuş. Rüzgâr, kapıların açılmayışına anlam verememiş. Tekrar Fulya’ya ne kadar çok değer verdiğini söyleyip en hüzünlü sesiyle ona şarkılar söylemeye devam etmiş. Fulya, gözyaşları içinde kapılarını açmadan Rüzgara her şeyi gördüğünü ve yaptıklarını çok yanlış bulduğunu, çiçeklerin yaşamlarının sürekliliği için o tozlara ihtiyacı varken kendisinin büyük bir duyarsızlıkla, herşeyi önceden planlayarak tozları çaldığını söylemiş.

    Rüzgâr, Fulya’nın tepkisini çocukça ve anlamsız bulmuş. O tozlara kendi mükemmel çiçeğini yaratmak için ihtiyacı olduğunu Fulya’ya anlatmaya çalışmış ama Fulya onun yaptıklarını asla anlayamayarak bencillikle suçlayınca büyük bir kızgınlıkla oradan uzaklaşmış. Nergis ise olanlardan habersiz Rüzgârla arkadaşlığına devam ediyormuş. Rüzgâr kendi mükemmel çiçeği için sakladığı tozları arasında Fulya’nın eksikliğini içinde duyarak, kutusunu açmış, bir daha ki bahara kendi muhteşem çiçeğini oluşturmak amacıyla çiçek tozlarını toprağa serpmek istediğinde birde ne görsün tozların hepsi kutunun içinde günlerce havasız kalmaktan bozulup küflenmemiş mi?

    Rüzgâr, her çiçek tozunun kendi doğal ortamı içinde sadece ait olduğu çiçek olarak yaşayabileceğini çok geç anlamış. Yinede büyük bir kibirle doğanın kanunlarına karşı geldiğini binlerce çiçeğe sonbaharı yaşattığını görmezden geliyor, diğer yandan içinde Fulya’nın yokluğundan kaynaklanan büyük bir boşlukla tüm hedef veamaçları tükenmiş bir şekilde avare esip duruyormuş…

    Fulya, gördüklerine yaşadıklarına dayanamıyor büyük acılar çekiyormuş. Hele bir dahaki baharda hiçbir arkadaşının olamayacağını düşündükçe, Nergis’inin bile Rüzgâra kapılıp gittiğini görmek, onu kaybettiğini bilmek Fulya’nın büyük üzüntülerle hastalanmasına neden olmuş. O incecik zarif boynu bükülmüş, günden güne sararıp solmuş. Doğa anne üzüntüsünden ne yapacağını bilemiyor en değerli yavrusunun gözünün önünde eriyip gitmesini, hastalıktan ölecek hale gelmesini önleyecek çareler arıyormuş. En sonunda aklına çok güzel bir fikir gelmiş. Hemen Dağ Fulyası’nın yanına gelerek, onun vaktinden çok önce uyumaya başlaması gerektiğini söylemiş.

    Fulya çiçek derin üzüntülerle minicik yüreği çok yorgun olduğundan henüz daha bahar aylarında olmasına rağmen annesinin kollarında kolayca uyumuş.. Günler haftalar aylar boyunca hiç uyanmamış.. Böylece tüm yaz ve sonbahar aylarını uykuda geçiren Fulya bir gün kulağında Doğa annesinin tatlı mırıltılarını duyarak gözlerini açmış. Yüreğinin nedenini henüz bilemediği büyük bir huzur ve mutluluk ile dolu olduğunu hissediyormuş. Gördüklerini anlamaya çalışıyor, muazzam bir beyazlığın ortasında gözleri kamaşıyormuş.

    Adeta tüm evren, bu güzel ve cesur çiçeğin yüreğini huzurla doldurmak istercesine büyük bir sessizlik içindeymiş. Karların Prensi ise büyük bir şaşkınlıkla kardan pelerinin altından adeta yüreğini delip çıkan bu çiçek karşısında nefesi tutulmuş, gözlerine inanamayarak bu güzel çiçeğin yaşama yeniden gülümsemesini izliyormuş. Hayatında ilk kez böylesine güzel bir çiçekle karşılaşmış. Zaten zavallıcık hayatı boyunca hiç çiçek bile göremiyormuş ki, kış boyunca doğadaki tüm canlılar kış uykusuna yatar, her yer derin bir sessizliğe gömülürmüş. Fulya da doğaya böylesine muazzam güzellikler veren ve büyük bir huzur içinde uyumasını sağlayan karlar prensine mutlulukla gülümsüyormuş.

    Tüm ruhu ve incecik zarif gövdesi ile sadece karlar prensine yönelmiş, gözleri sadece onu görsün, yüreği sadece on duysun istemiş. İşte; o günden beri tüm doğa, Dağ Fulyasına KARDELEN demeye başlamış. Zira, karları delip yeryüzüne çıkabilen tek çiçek Kardelen olmuş. Karların ve Karlar Prensi’nin tek çiçeği … Kardelenle Karlar prensi birbirlerine hiç beklemedikleri bir anda kavuşmanın sevinci ile sonsuza dek büyük bir mutlulukla yaşamışlar…
     
  20. Serdar Yıldırım

    Serdar Yıldırım Serdar Yıldırım

    Yaş:
    64
    Mesajlar:
    70
    ULUDAĞ TARZANI AHMET
    Bursa Hayvanat Bahçesi'nde çalışmakta olan Kemal dürbünüyle Uludağ'ı gözlemliyordu. Kemal birden irkildi. Gördüğüne inanamadı. Ağaçlar arasında bir boşluk vardı ve orada ağaç yoktu. Halbuki geçen gün orası ağaç doluydu. Dürbününü sağa doğru kaydırdı. Birtakım adamlar, ellerinde baltaları ağaç kesiyordu. Yutkundu. Sağ yumruğunu salladı: " Benim adım Kemal, ben size orada ağaç kestirmem, " diye söylendi. Yan taraftaki tel örgülerin arkasında duran arkadaşı Hayri'ye seslendi: " Hayri, Uludağ'da ağaçları kesiyorlar. Fırla koş, Uludağ Tarzanı Ahmet'e git. Ahmet, bu kesimi engeller. "
    Hayri: " Bunlar bir fidan dikmişler mi, ağaçları kesiyorlar? İnsan olmanın erdemine ulaşamamışlar sanırım. Geri zekalılar, " dedi ve tel örgülerin üstünden atladı. Hedefi Uludağ'dı ve Tarzan'ı bulmalıydı. Tarzan bu işin üstesinden gelirdi.
    Hayri, Tarzan'ı buldu. Olanları öğrenen Tarzan çok kızdı ve şunları söyledi: " Dededen, babadan kalan ağaçları, sen de çocuğuna, torununa ulaştır. Ağaçlar kesilirse, soluduğumuz hava kirli olur ve çeşitli hastalıklara yakalanırız. Ağaçları kesmeyip korumak lazım. Boş arazilere fidan dikmemiz gerekir. "

    Tarzan şimşek hızıyla harekete geçti ve ağaç katliamına dur dedi. Toprağa bağımlı yaşayan, kaçamayan, kendini kollayamayan, var olmaktaki amaçları canlılara yaşam sunmak olan ağaçlar sevindiler. Nihayet onlara arka çıkan biri olmuştu.
    Tarzan'ın gelmesiyle ağaç kesmeyi bırakıp baltalarını yere atan adamlardan biri şöyle dedi: " Tarzan, bu bizim ekmek kapımız. Ne kadar çok ağaç kesersek, o kadar çok para kazanıyoruz. "
    Bir başkası ise, şöyle dedi: " Ya bırak Tarzan, kırp gözünü görmezden gel. Görmezsen bizi, görürüz seni. Şu yüz lirayı al, bozdur bozdur harca. "
    Tarzan: " Arkadaşlar, öncelikle bu sizin ekmek kapınız değil. Gücünüz, kuvvetiniz yerinde. Gidin başka iş bulun. Şu yaptığınız iş sayılmaz, kazandığınızın bereketi olmaz. Yer yer doymazsınız, hiç bir zaman mutlu olmazsınız. Bir ağaç kesen bir baş keser, o ağacı kesen el taş kesilir. "

    Uludağ Tarzanı Ahmet'in gür sesi ve kararlı konuşması başları öne eğdirdi. Zaten ağaç kesen adamlar inanmadıkları şeyler söylüyorlardı. Tam gidiyorlardı ki, onları buraya getiren, bir ağacın gölgesine sığınıp orada yatmakta olan ve duyduğu konuşmalar üzerine kalkıp gelen Hasan Ağa: " Selam Tarzan, ben Hasan Ağa'yım. İsteyerek konuşmalarınızı duydum. Biraz üzüldüm, biraz sevindim. Üzüldüm, keşke gelmeseydin ve kesebildiğimiz kadar ağaç kesip gitseydik. Sevindim, senin gelmen iyi oldu. Nice zamandır Bursa'dan bu ormanlara bakar ve iç geçirirdim. Şu ağaçları kessem de küpümü doldursam, diye düşünürdüm. Uludağ Tarzanı Ahmet derlerdi, o ağaçları, ormanları korur. Senin korkundan buraya çıkamamıştım. Bugün bir cesaret bulup geldim ve epey ağaç kestirdim. Demin yüz dedilerdi, az dediler. Sen karanlığa kadar izin ver, al şu bin lirayı harca, ye, iç. Bana bir ay izin versen Uludağ'da kesilmedik ağaç bırakmam. "
    Bunun üzerine Tarzan: " Bana bak Hasan Ağa, ayaklarının dibine bıraktığın ve benim eğilip almamı beklediğin o parayı al cebine sok. Değil Uludağ, burada bulunan bir ağaç için, milyon versen fikrimi değiştirmem. Senin bundan sonra ağaç kesmene izin vermem. Parayla satın alınan insanlar vardır ama dünyadaki bütün paraları toplayıp gelsen, ben satılık değilim. "

    Tarzan'ın sözleri karşısında Hasan Ağa insanlığından utandı. Başını önüne eğdi ve iki damla gözyaşı göz pınarlarından süzüldü. Param çok olsa dünyayı satın alırım derken, işte gelmiş Tarzan'a toslamıştı. İşçilerine gündeliklerini ödeyip evlerine yolladı. Derin bir çukur kazıp baltaları gömdü. Kestirdiği ağaçlardan özür diledi. Tarzan'dan izin alıp, ağaçları korumak için, Uludağ'ın batı tarafına yöneldi. Yaşam zincirini kırmış, kimliğini değiştirmişti. Artık Hasan Ağa yoktu, Tarzan Hasan vardı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım